RomantikSAYFA

Romantik slow müzikler ve video klıplerin paylaşım mekanı

Don't forget to check free website templates every day, because we add a new free website template almost daily.

You can remove any link to our websites from this template you're free to use the template without linking back to us.

karahanoglu.tr.gg

misrakadin

MiSRa_KaDiN

 


 

Güçlü kadınlar vardır,her işlerini kendileri halletmeye çalışan.Anne
babaları tarafından böyle yetiştirilen.Onlar kendi paralarını
kendileri kazanmak isterler.Evdeki tüm tamirat,tadilat işlerinden
anlarlar.Bir erkeğe mecbur kalmadan da hayatlarını devam
ettirebilirler.Faturalarını kendileri yatırırlar.Hemen hemen tüm
işlerini kendileri yaparlar.Hatta etraflarının yükünü de
üstlenirler.Özgürlüğü severler,dik durmayı da,güçlüdürler çünkü.


Aşık olduklarında hissederek yaşarlar.Aşklarına kurallar koymadıkları
gibi büyük beklentilere de girmezler.Sevdiklerine problem
çıkarmazlar.Bütün gün çalışıp durduktan sonra,akşamları yorgun da
olsalar sevgilileri buluşalım dediğinde,hemencecik hazırlanıp
sevgililerinin onları evden almalarına gerek kalmadan,o her neredeyse onun olduğu yere giderler.

Çoğu zaman sevgililerinin ya da
kocalarının haberi bile olmaz yaşadıkları sıkıntıdan,yansıtmazlar
çünkü.Para var mı,işyerinde sıkıntı mı oldu,birine canı mı sıkıldı,hiç
bunlarla yormazlar birlikte oldukları erkeği.Çünkü istemezler kimse
onlara acısın.

Sonra da bir bakarlar ki,bu kadar dik durmanın ve sorun çıkarmamanın
karşılığında gerçekten de kimse onlara acımaz.Bu durum zamanla
gelenekselleşir ve acınmama ile sorun çıkarmama hali yaşam tarzına
dönüşür.Eskaza dayanamayıp sorunlarını paylaşmaya kalksalar,bu sefer
de sorunlu kadın,kaprisli kadın,tahammül edilmez kadın damgasını
yerler.Bu yüzden de terk edildiklerinde bile hiç seslerini çıkarmaz bu
güçlü kadınlar! Terk eden erkek de bilir onun ne kadar güçlü olduğunu
ve onsuz da yaşayabileceğini,içinde yaşadığı fırtınalardan bihaber.


Sonra bir dosttan,eşten,ya da tanıdıktan duyarlar ki onu terk eden
gitmiş erkeğe muhtaç yaşamak zorunda olan biriyle beraber olmaya
başlamış.Erkekler çok severler böyle kadınları.Birinin ona muhtaç
olduğunu görmek bir çok duygusunu okşar erkeğin.Onlara kendini erkek
gibi hissettirir! Bu zayıf kadınlar erkeklere bağımlıdır.


Mesela fatura filan yatıramazlar,anlamazlar çünkü.Nerden yatırılır onu
da bilmezler.Ev ya da yemek alışverişi de yapmazlar,çünkü taşıyamazlar
onca torbayı.Hep yorgun olurlar,bütün gün spor salonları,kuaför,o
mağaza,bu mağaza gezerler.Akşama yemek yapmaya fırsat bulamazlar.Akşam
eşleri eve geldiğinde,bugün nereye yemeğe gidelim,diye sorarlar.En
kötü ihtimal dışardan yemek söylerler.

Zayıf kadınlar doğurdukları
çocuğa bakacak gücü de kendilerinde bulamazlar,pamuklar içinde
yaşamaya alışmışlardır bir kere.Kendilerini hep altın tepsi içinde
sunarlar.Huysuzluk da ederler,ama bu erkeğin hoşuna gider,çünkü kadın
ona muhtaçtır,söylenmeyen güçlü kadının aksine,Hiçbirşeyi
beğenmedikleri gibi devamlı da mutsuzdurlar.Pek teşekkür
etmezler,kıskançlık krizlerini de severler.Kocasının ve sevgilisinin hayatlarını karartırlar.

Erkekler bu kadınları asla terk edemezler.Çünkü o güçsüz,kırılgan bir
kadındır.Ayrılırsa kurda kuzuya yem olur.Koruyup kollanmalıdır her an o!

Zayıf kadınlar hiç çökmez,buruşmaz ve yıpranmazlar.Ancak işin ilginç
yanı her zaman daha değerli olanlar da onlardır.Ve geride kalan güçlü
kadınlar tüm bunların nasıl gerçekleşebildiğine sadece bakakalırlar.

Alıntı

Yorum (4) :: Yorum yaz! :: Bağlantı

8/4/2007 - KaDiN Ve DaYaK

Kategori: KaDiN HaKLaRi

 

Dayak...Acımasızca birbiri ardına indirilen darbeler... Her bir vuruşta kadına ezilmişliğini yeniden hatırlatan, saygınlığını ayaklar altına alan, kadın olduğuna bin kere pişman ettiren darbeler... Her dayak olayında; kadının gözyaşları ezilmiş etlerine, kanamış dudaklarına, morarmış kollarına düşerken yüreğini her defasında bin bir parçaya böler. Çıkmayan sesiyle haykırır sessizce, yataklarında uyuyan çocuklarını uyandırmamak, eşine saygısızlık yapmamak adınadır tüm haykırışları...Ne saygıda kusur etmiştir eşine yıllarca, ne de onu utandıracak bir hareketi olmuştur. Peki ama bu dayaklar niye? Haftada bir, bazen gün aşırı, bazen de her gün her gece tekrarlanan bu kahredici eziyetler ne içindir? Sorular hep kendi içinde, kendi dünyasında kalmıştır bunca yıl; aynen sessiz haykırışları gibi. Ama öyle anları olur ki, tek başına dayak yediği zamanları ister yürekten. Çünkü kendini ancak attığı dayaklarla, ezdiği yüreklerle, akıttığı gözyaşları ile büyük ve güçlü hisseden eşi hırsını alamayıp çocuklarını da dövmektedir kendisiyle birlikte. İşte o zaman, tüm dayakları, tüm eziyet ve hakaretleri kendisi duysun, görsün ister çocuklarını korumak adına. Yeter ki canından çok sevdiği masum yavruları üzülmesin, minicik yürekleri acılarla tanışmasın diye.

Ayaklarının altına cennet serilesi kadınlarımız, analarımız, kardeşlerimiz, yakınlarımız, tanıdıklarımız, tanımadıklarımız...Ne yazık ki büyük bir çoğunluğu bu eziyetle ve dayak şiddeti ile karşı karşıyadır. Aralarında yüksek öğrenim görmüş, okumuş yazmış insanların da olduğu, hatta sayılarının azımsanmayacak kadar fazla olduğunu düşünecek olursak; vay bizim halimize!

Bu nasıl bir duygu, nasıl bir düşünce tarzıdır ki, bir insan bir başka insana hem de kendinden daha güçsüz, savunmasız bir varlığa el kaldırabiliyor, etlerini çürütene kadar dövüp ertesi gün de hiçbir şey olmamış gibi yüzüne bakabiliyor. Bu nasıl bir ruh halidir ki, güçsüzlere uyguladığı şiddetle güç kazandığını, büyük daha büyük olduğunu hissedebiliyor.
Nedeni ne olursa olsun, dayak asla savunulamaz, şiddete arka çıkılamaz. Dayak ve şiddet uygulayanlar insan olamaz. Gün geçmiyor ki, haberlerde bir aile bunalımından, bir dayak olayından bahsedilmesin. Nedir bu? Biz Türk toplumu olarak neden bu kadar önyargısız, bu kadar acımasız, bu kadar güç sergiler bir kimliğe büründük? Nerede hata yaptık? Çocuklarımıza ilk yaşlarından itibaren verdiğimiz eğitimlerde önce insan olmayı, önce insan ve tüm canlıları sevmeyi, sevgimizi cesaretle gösterip sergilemeyi, paylaşmayı, kısacası “adam gibi adam” olmayı gösterebilseydik tüm bunlar olur muydu dersiniz? Bence hayır.
Dayağın, ezilmişliğin, savunmasızlığın, çaresizliğin olmadığı bir dünyaya merhaba demek üzere...
Sevgiyle kalın.
 

Belgin Eryavuz

Yorum (0) :: Yorum yaz! :: Bağlantı

8/4/2007 - KaDiN HaKLaRi

Kategori: KaDiN HaKLaRi

 

Kadın Hakları konusu insan hakları kavramı çerçevesinde ele alınmalıdır. Ancak insan
haklarına iliskin degerlendirmeler tek basına kadın haklarının özgünlügünü karsılamaya
yetmemektedir. Kadın haklarının toplumsal yapı, aile ve iktidar iliskileri açısından yeniden
yapılandırılması gerekir.
Ülkemize kadınlara siyasal, yasal ve ekonomik anlamda hakların tanınması Türkiye
Cumhuriyetinin kurulusu ile belirgin bir sıçrama yapmıstır, ancak yeterli degildir. Pozitif
ayrımcılık yoluyla kadın magduriyetinin her alanda pisirilmesi gerekir, daha yapılacak çok
sey vardır.


1. INSAN HAKLARININ BiR PARÇASI OLARAK KADIN HAKLARI

insan hakları yeryüzünde esit olarak yasayan bütün bireylerin birbirlerine karsı salt insan
olmaktan kaynaklanan ödevleridir. insan haklarından, insanın insan olmaktan kaynaklanan
tüm hakları anlasılmaktadır. insan Hakları Evrensel Beyannamesi de bu çerçevede cins, dil,
din, siyasi, milli veya sosyal köken, servet, dogus veya diger herhangi bir fark gözetmeksizin,
insanın insan olması nedeniyle her insan tarafından yararlanılabilen haklara “insan hakları”
denmektedir.
Hukuk tarafından korunmaya deger menfaat olarak hak, dogrudan hukukun konusunu
olusturmaktadır. Hak kavramı insanın salt insan olmak sıfatıyla sahip oldugu özgürlükleri ve
olanakları, insanın degerini ya da onurunu meydana getirmektedir. Bu nedenle insan
haklarının kaynagı, insanın bu deger yanından gelmektedir. insan, belki insan hakları olmadan
da yasayabilir. Ancak böyle bir yasam insana yakısan bir yasam olmaz. insanın insan
olmasından kaynaklanan hakların ihlali veya inkarı demek, insanlıktan, insan olmaktan
vazgeçmek demektir. Aslında insan haklarının dogustan varolusu sadece algılanabilecegine
bu nedenle tanımlanmasına bile gerek olmadıgına iliskin görüsler vardır. Ancak hukuksal
açıdan tanım, bir açıklık saglama olanagı sunar. Evrensellik, eskimezlik, degismezlik,
üstünlük, devredilmezlik insan hakları kavramının temel özellikleridir. Sonuç olarak amaç;
“insan onurunun korunması” oldugu için bu özellikler zorunlu olarak aranacaktır. Çagdas
pozitif hukuk normlarında bu özelliklerin “ devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve
özgürlükler” olarak yansıtıldıgını görmekteyiz.
18.yy.'da üzerinde tartısılan "insan ve Yurttas Hakları" kavramı, yeni bir tarihsel açılımı
ortaya koyarken tüm insanlara sesleniyordu. Bu yüzyılda kadın hakları savunucuları, Batı'da
kökten etkiler yaratan hareketin içindeydiler ve erkeklerle birlikte esitlik ve özgürlük
mücadelesi veriyorlardı.
Bu mücadele 1776 tarihli Amerikan Bagımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız insan ve
Yurttas Hakları Bildirgesi'ni dogurmustur. Her iki sözlesme ve devam edegelen sözlesmeler,
insanlar için vazgeçilmez hakların varlıgı ve siyasi iktidarın bu hakları tanıması zorunlulugu
üzerinde duruyordu. Ancak, ne yazık ki dogal haklar olarak isimlendirilen bu hakların, basta
teorisyenleri olan erkekler olmak üzere kadınları da kapsadıgı konusunu kabul etmediler.

Fransız Devrimi'nden etkilenen Mary WOLLSTONECRAFT (1755-1797), feminist teori
tarihinde ilk önemli çalısma olan "Kadın Haklarının Savunusu"nu hazırlamıstır. Bu kitap,
erkeklerin özgürlük talepleriyle geleneklere karsı açtıgı savası kadınların da yapabilecegi
mesajını veriyordu. Özgürlük talebinde bulunmamak kadını onursuz kılacaktır demekteydi.
Aynı sekilde, kadın hakları savunucusu Olympe de GOUGE (1748-1793), Kadın Hakları
Bildirgesi'yle dogrudan insan ve Yurttas Hakları Bildirgesi'ne yönelik bir manifestoda
bulunuyordu. Esitlikten kadın ve erkek esitliginin de anlasılması gerektigini ileri sürüyor;
kamusal mevkilere gelme siyaset yapma konusunda da esit haklar talep ediyordu. "Kadına
giyotine gitme hakkı tanınıyorsa kürsüye çıkma hakkı da tanınmalıdır" demekteydi. ironik bir
sekilde Olype de GOUGE 1793'deki darbe sonrası giyotinle idam edildi.
19. ve 20.yy'da, mücadelenin hukuksal alandaki esitlik söyleminden çok hayatın her alanında
yapılan cinsiyete dayalı ayrımcılıgın kaldırılması noktasına yöneldigini görüyoruz. Bu
yaklasımla savunulan, tarihsel ve toplumsal olarak cinsiyetten kaynaklanan davranıs kalıpları
ve rolleri kadınların herhangi bir alandan dıslanmaları için gerekçe olmamalıdır, görüsüdür.
Mücadelenin kamusal alanda yer almaya yani siyasi ve sosyal alandaki esitlik taleplerine
dönüstügünü görüyoruz.
Toplumsal yasamın, özel alan (ev içi-aile ortam) ve kamusal alan (ev dısı-çalısma ortamı)
biçiminde bölünmesi ve kadının geleneksel olarak özel alana hapsedilmesi, bu durumun
beraberinde getirdigi kalıplarla zorlanma, kadının kendisini insan olarak ve üretimin bir
parçası olarak ifade etmesini güçlestirir. Liberal feminizme göre geleneksel özel-kamusal alan
ayrımı, kadının erkek karsısındaki ikincil konumunun ana nedenidir. Kadınların kamusal
alana girmesini önleyen ve onları özel alana hapseden yasalar ve uygulamaların kaldırılması
gerekir. Kadınların özel alana ait görülmesi ve bu alanda da yasamlarının devlet tarafından
tam güvenceye alınmaması ve özel alana hukukun müdahalesinin sınırlı tutulması olgusu,
kadınların uzun yıllardır mücadelelerinin odak noktası olmustur.

2. KADIN HAKLARININ ÖZGÜN YÖNÜ

16.yy.'daki "kadın insan mıdır?" tartısmasının bir zamanlar yapılmıs olması bile kadın hakları
kavramının insan hakları kavramı çerçevesinde tartısılmasını zorunlu kılıyor. Aslında bu
tartısmanın kökeni kitabi dinlerin Adem'in topraktan, buna karsım Havva'nın ise Adem'in
kaburga kemiginden yaratılmıs olmasına kadar götürülebilir. Buna baglı olarak erkek,
uygarlıgın ve kültürün yaratıcısı ve ürünü olarak görülürken; kadın, doganın ürünüdür.
Saptamalar kadının ikincilligini vurgulamak için kullanılmaktadır. Bu yüzden, genel insan
hakları ile ilgili düzenlemelerin ayrıca ve özellikleri de dikkate alınarak kadın hakları
tarafından tamamlanması gereksinimi dogmaktadır. Kadın haklarının özgünlügünü belirtmek
yapay bir ayrım degil, insan hakları kavramına somut bir içerik kazandırabilmenin ön
kosuludur. insan hakları kavramının salt "insan" soyutlaması içinde ele alınması, insan-erkek
kavramı iliskisinde somutlastıgı için ataerkil anlayısın sürdürülmesi ve pekistirilmesinden
baska bir ise yaramamaktadır. Bu nedenle, insan hakları kavramının kadın hakları kavramı ile
de tamamlanması geregi dogmaktadır.
Kadının insan hakları konusuna iliskin iki temel yaklasım vardır:
- Evrenselci yaklasım
- Kültürcü yaklasım
Evrenselci yaklasım; insan haklarının evrenselliginden yola çıkmaktadır. insan hakları
belgelerinde yer alan hakların tümünden kadınlar yararlanmalıdır düsüncesini
savunmaktadırlar.

Kültürcü yaklasım ise; tüm toplumlarda geçerli olabilecek insan hakları anlamında ortak
degerlerin bulunmasının olanaksızlıgından yola çıkar. Ancak bu yaklasımda, kadınlara karsı
yapılan ayrımcılıkların kültürel farklılıklara dayandırılarak haklılastırılmaya çalısıldıgı
görülmektedir. Her kültürün kendi degerleri çerçevesinde ele alınması kültürün genel
yaklasımının, kadını belirli bir noktaya hapsetmesine engel olmayacaktır. Bunun anlamı, bazı
farklılıklar gösterse bile genel ataerkil kastın kırılamayacagı noktasına ulasır. Böylece bir çifte
standart yaratılmaktadır. Kadınlara Karsı Her Türlü Ayrımcılıgın Önlenmesi Sözlesmesi
(CEDA W.1981), insan hakları belgeleri içinde en çok çekince konulan sözlesmedir. Bu
sözlesme, bir sekilde imzalanmıs bile olsa yasalarla tanınmıs pozitif hakların, tek baslarına
degil, egemen toplumsal ve kültürel ortam içinde varoldugu gerçegini de göstermektedir.


3. TÜRKiYE’DE KADIN HAKLARI TARiHi

Her toplumda oldugu gibi kadının Türk toplumunda da önemli bir yeri vardır. Kadın, anne
olarak aile ve toplum arasında bir köprü görevi görür. Kadının toplumdaki yeri ve görevleri
derken önce onun bir fert olarak gerekli kisiligi kazanmasını, sonra da aile içinde ve toplumun
içinde gerekli yeri alması düsünülmelidir.
Tarihsel gelisim içinde Türk kadınının toplumdaki yeri üzerinde durulursa, kadının çesitli
Türk devletlerinde önemli ve saygın bir konuma sahip oldugunu görürüz. Kadın sadece ev
içinde degil, dıs alanda hatta yönetimde bile önemli bir pozisyona sahipti. Ancak Selçuklu ve
Osmanlı dönemlerinde kadının sorumlulugunun eve yönelmesine ve dısarıdan
soyutlanmasına, islam dini dolayısıyla iliskilerin yogunlastıgı geleneksel ortadogu
alıskanlıklarının etkisi olmustur aynı negatif etki Bizans geleneginden de gelmektedir.
Osmanlı toplumunda toplum yapısının cinslerin ayrımı üzerine kurulmus olması, iki ayrı
dünyayı ortaya çıkarmıstır. Erkegin dünyası kamusal, kadının dünyası ise özel ve mahremdi
varlıgı ancak aile içinde söz konusu edilebilirdi. Eve kapanıp örtünmeye mahkum edilen
kadın, toplum hayatındaki rollerini kaybetmistir. Bu durum Tanzimat’la birlikte gelisen
özgürlesme ve egitim talepleriyle degismeye baslamıstır. Tanzimat dönemi yazarlarının batılı
hak taleplerinin içinde kadının sorunlarına çözüm üretmek için kamuoyu olusturma istemi de
vardı. Özellikle 19.yüzyılın sonlarına dogru önemli bir çıkıs olarak “Hanımlara Mahsus
Gazete” üzerinde durmak gerekir. Kadın yazarların önemli katkıları olarak çıkan bu gazeteye
ek olarak bir çok entelektüel erkek de kadın özgürlesmesinin geregi üzerinde durmuslardır.
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Usaklıgil, Namık Kemal önemli isimlerdir. Devam eden
dönemde bir çok karmasadan sonra kinci Mesrutiyet bazı tartısmalar için olanak yaratmıs
olmakla birlikte örnegin örtünme ile ilgili yeni yasa taleplerinin de gündeme getirildigi
bilinmektedir. Mesrutiyet döneminde bir çok kadın dernegi kurulmustur.

lk kadın
derneklerinin daha çok hayırsever amaçlarla kurulmus oldugunu görürüz. kinci Mesrutiyetle
ortaya çıkan önemli degisimlerden birisi de ev içinde gerçeklesen egitimden kadınlar için de
okulda egitime geçilmis olmasıdır. 1917 tarihli Hukuk-u Aile Kararnamesi üzerinde özel
olarak durmak gerekir. Bu Kanun Hükmünde Kararname, slam ülkelerinde hangi dinden
olursa olsun herkesi kapsayan ilk standart belge olma özelligi göstermektedir. Bu kararname
ile kadınlara bosanma ve poligamiye karsı bazı haklar tanınmakta, evlenmelerde her dinden
teba için devletin kontrolü sart kosulmaktadır. Ancak yasa 1919 Haziranı'nda yürürlükten
kaldırılmıstır.


Birinci Dünya Savasının yarattıgı ortam bütün dünya da oldugu gibi ülkemizde de kadınların
geleneksel rollerinde zorunlu bir degisimi ortaya çıkarmıstır. Savasın çok kısa bir sürede
topyekün bir savasa dönüsmesi erkeklerin cepheye gitmesini kalan alanlarda ve geri
hizmetlerde kadın gücüne ihtiyaç duyulmasına yol açmıstır. Gündelik hizmetlerin yanında
askerlerin gereksinimlerini karsılamak için açılan yeni fabrikalarda kadın isçilerin istihdam
edildigini görmekteyiz.
Ülkemizde, Birinci Dünya Savasının yenilgi ve 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi ile
sonuçlanmasıyla ortaya çıkan acı tabloda hemen hemen hiçbir hakkı olmayan kadınların da
çesitli mitinglerle protestoları vardır. Baslayan Kurtulus savası sadece bir cephe savası olarak
kalmamıs yeni bir yapılanmanın hem kurtulusu hem de kurulusuna dönüsmüstür. Kurtulus
Savasında Türk kadını önemli etkinliklerde bulunmus ve vatanını canı gönülden savunmustur.
Tarihimizin en zorlu dönemi olan 1914-1923 yılları, kadın haklarına iliskin de yeni bir çizgiyi
gündeme getirmistir.
Atatürk’ün Türk toplumunu çagdas uygarlık yörüngesine oturtmak gibi büyük amacının iki
önemli yönü vardır; Birincisi, gelenekçilik tutumunu yok etmek, ikincisi de bu yörüngeye
uygun kuralları, kurumları, örgütleri yerlestirmek, toplumun yeni kusaklarını buna göre
yetistirmektir. Bu anlamda Cumhuriyet dönemi gelismeleri bir yenilenme arayısı olarak
adlandırılabilir.
Atatürk, Türk toplumunun temeli kabul ettigi aileye ve ailenin de diregi olarak gördügü
kadına, çok büyük önem vermistir. Atatürk, ailenin bireylerine bireyler arası iliskilerine ve bu
bireylerin huzur ve mutluluguna egilerek onları egitimde ve iktisatta çagdas medeniyetler
seviyesinin üzerine çıkarmaya çalısmıstır. Özellikle hukuk alanında kadınlara genis haklar
tanımıstır.


Atatürk’ün kadının statüsüne iliskin yaklasımları evrensel niteliktedir ve son derece genis bir
perspektife sahiptir ve bu perspektif yeni cumhuriyetinde en belirgin özelliklerinden birisidir.
Atatürk, 1923 yılında “..suna inanmak lazımdır ki dünya yüzünde gördügümüz her sey
kadının eseridir” ya da “ ..toplumun basarısızlıgının asıl sebebi kadınlara karsı olan
bilgisizlikten ileri gelir, bir toplumun bir organı faaliyette iken diger bir organı islemez ise o
toplum felç olur” derken bu yaklasımını dile getirmektedir. Bu hedef için önemli bir baslangıç
olarak 1924 yılında yürürlüge konulan Tevhid-i Tedrisat kanunu bir yandan egitimi
merkezilestirip bir düzene sokarken diger yandan kadın nüfuza ilkokul, orta okul ve
yüksekokul ögreniminin kapılarını açmıstır. Bunun anlamı cinsiyet ayrımı gözetilmeden
egitimde esitlik olanagının yaratılmasıdır.

4. SoYASAL HAKLAR

Siyasi Sosyallesme Kuramları olarak adlandırılan ve kadının siyasal karar alma süreçlerinden
ayrı kalmasının toplumsal yapıya etkilerini irdeleyen sosyolojik çalısmalar toplumsal
gelismeye ve tipiklestirmeye bu egilimin etkisinin ne derece önemli oldugunu göstermektedir.
Kız ve erkek çocuklarının, çocukluktan itibaren ayrı ilgi alanlarına itilmeleri ve sosyallesme
sürecinde erkege karar verme rolü yüklenirken, kız çocuklarına edilgen olus, bagımlılık ve
ikincillik rolleri ögretilmektedir. Bu durum dogal olarak siyasal karar alma süreçlerinden
kadının uzaklasması sonucunu dogurmaktadır.
Siyasal haklar açısından Türkiye Cumhuriyeti'nin iki temel ekseni üzerinde durmak gerekir.
Bunlar ulusçuluk ve uygarlıktır. Bu iki amacın gerçeklesmesi için toplumsal yasam içinde
kadının konumunun güçlendirilmesi gerekiyordu. Bu hedef çerçevesinde yaratılan yeni kadın
tipini Halide Edip Adıvar söyle çizmektedir: "Ulusu için yararlı olmaya çalısan, siyası alanda
erkeklerin yanında yerini alan, buna karsın müsfikliginden kaybetmeyen, agırbaslı, arkadas,
vatanının anası, halkçı kadın" tipi. Bu yaklasımda birbirine karsıt olarak algılanan degerleri
uzlastırarak yeni bir kadın imgesi yaratmıstır. Bu imgenin toplumsal yasama ve yönetimine
etkin katılımı siyasal hakların tanınması ile gerçeklesebilecektir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ikinci döneminin sonlarına dogru, kadınlara siyasi hakların
verilmesi yolunda kadınlar tarafından dileklerde bulunulmus, bazı konferanslar verilmis bu
konuda bir takım kadın dernekleri harekete geçmistir.
Türk kadınının siyasal haklardan yararlanması da Atatürk’ün ileri görüslülügü ile dünya
ülkelerinin bir çogundan önce olmustur. 3 Nisan 1930 gün ve1580 sayılı yasayla Türk
kadınının önce belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanınmıstır. Daha sonra 26
Ekim 1933 gün ve 2349 sayılı kanunla da kadınlar köy ihtiyar heyetlerine ve muhtarlıga
seçme ve seçilme haklarını elde etmislerdir. Daha sonra 1934 tarihli ve 2599 sayılı yasayla
milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmıstır.
1935 yılında yapılan ilk genel seçimde de 18 kadın milletvekili Türkiye Büyük Millet
Meclisine girmistir. Bu günümüze kadar mecliste ulasılmıs en yüksek milletvekili kadın üye
sayısıdır. Ne yazık ki egitimli kadın sayısı Cumhuriyet’in ilk yıllarına göre çok artmıs
olmasına ragmen halen yeteri kadar kadın temsilinin mecliste yer aldıgından söz edemeyiz.
Kadınların siyasal haklarını kullanmaları bakımından 1935-1991 dönemi incelendiginde kadın
temsilcilerin tek partili dönemde Meclis içindeki oranlarının daha yüksek oldugu, çok partili
demokrasiye geçildigi dönemde ise kadın parlamenter sayısının giderek azaldıgı
görülmektedir.

5. YASAL HAKLAR

Bu baslık altında Türk Hukuk Devriminin en önemli kazanımlarından birisi olan Medeni
Yasa'nın üzerinde özel olarak durmak gerekmektedir. Hukuk devriminin en önemli yasası
olarak hazırlanan 1926 tarihli Türk Medeni Yasası toplumun yeni anlayısının bel kemigini
olusturmustur. Türk Medeni Yasası bir çok olumlu düzenlemesinin yanında, kadının sosyal
yasamını da çaga uygun olarak yeniden düzenlemistir. Medeni kanunun amacı adet ve
görenekleri tercüme etmek degil, tersine modernligin ilkelerine uygun yeni bir aile yapısı
getirerek, bu adet ve görenekleri asmaktır. Kadının temel haklarının yanında tek esliligin
kabulü, bosanmanın yargıya tasınması, mülkiyet edinmede ayrımın kaldırılması, esit ücret
olanagı, ve özellikle din ve devlet islerinin birbirinden ayrılmasıyla kadın üzerindeki görünür
görünmez bir çok baskının kaldırılması olanaklarını da yaratmıstır. 19. yüzyılda meydana
getirilen medeni kanunların hemen hepsinde, kadın ve erkekten her birinin özellikle aile içi
fonksiyonları arasında fark gözeten klasik anlayısa sadık kalınmıstır. Bunun anlamı bazı
noktalarda esitlik prensibinden ayrılmıs olmadır. Oysa günümüzdeki gelismeler kadın erkek
arasındaki farkların giderek silinmekte oldugunu göstermektedir. Buna baglı olarak esitlikçi
taleplerin artarak hukuksal yapıda da varlık kazanmaya baslamıstır.
Hukuksal gelisim ve degisim açısından su noktalar üzerinde özel olarak durulması
gerekmektedir;
· Monagamik yani tek esle evliligin saglanması,
· Süreli evlenmenin (Müt’a) yasaklanması,
· Evlenmeye zorlanmanın yasaklanması,
· Bosanma hukukunda esitligin getirilmesi ve resmiyete baglanması,
· Kadına siddet uygulanmasının yasaklanması,
· Miras bölüsümünde esitlik.
Türk toplumu medeni yasanın yürürlüge girdigi 1926 yılından günümüze kadar sosyal,
ekonomik ve kültürel bakımdan büyük degisim ve gelisim geçirmistir. Özellikle kentli insan

nüfusunun kırsal kesimde yasayanlara oranla hızla artısı yeni toplumsal gereksinimler
dogurmustur. Kentsel degerler toplumsal yasamda belirleyici olmaya baslamıstır.
Yukarıda sayılan hususlar konusunda Medeni Yasa'nın düzenlemesi büyük bir adım olmakla
birlikte Medeni Yasa’da yapılan son degisikliklerle, kadının statüsü daha da iyi bir konuma
yükseltilmistir. Özellikle evlilik birliginde edinilen malların esler arasında hakça bölüsümüne
iliskin yeni kabuller, kadın hakları açısından ciddi kazanımlar saglamıstır.
6. EKONOMiK HAKLAR

is, Sosyal Güvenlik ve Saglık yasalarında kadınların korunmasına dair pek çok hüküm yer
almaktadır.
1475 Sayılı is Yasasına Göre;
· Maden ocakları, kablo dösemesi, kanalizasyon ve tünel insaatı gibi yer altı ve su altında
çalısılacak islerde kadın çalıstırılması yasaktır (mad.68.)
· Sanayie ait islerde kadınların gece çalıstırılması yasaktır(mad.69.)
· Kadın isçilerin dogum öncesi ve sonrası toplam 12 haftalık yasal izin süreleri vardır. Aynı
durumdaki kadınlara istegi üzerine ücretsiz izin verilebilir (mad.70)
· Gebe ve emzikli kadınların hangi islerde ve hangi sartlarda çalıstırılabilecegi tüzüklerle
düzenlenmistir. Çocuklu kadınların çocuklarının bakımının temin edilecegi kresler de
hukuken saglanmak zorundadır.
· Emzikli kadın isçilerin çocuklarına süt vermek için, belirtilecek süreler isçinin günlük is
süresinden sayılır (mad. 62.)
Sosyal Güvenlik Yasası ise herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip oldugunu belirtmektedir.
Devlet bunu saglayacak tedbirleri alır ve kurumları olusturur hükmünü getirmektedir. Bu
kurumların Emekli Sandıgı, Bag-Kur ve Sosyal Sigortalar Kurumu olarak
teskilatlandırıldıgını görmekteyiz. Her üç kurum içindede esas olarak emek kullanımı
alınmıstır ve cinsiyetçi bir ayrım yapılmamaktadır.
Ancak bir çok bedensel farklılık göz önüne alındıgında, kadının konumunun güçlendirilmesi
için pozitif ayrımcılık dedigimiz lehe düzenlemelere gereksinim vardır. Bütün dünyada
kadının, dogum izninin uzatılması, çocuklarıyla ilgilenmesi için ek zaman verilmesi, agır
islerde çalıstırılmaması veya çalısma saatlerinin düzenlenmesi ile ilgili hükümlerle
korundugunu görmekteyiz.
Sosyal güvenlikle ilgili düzenlemeler, bir yandan, belirli bir çalısma sonrası emekli aylıgını
hak etme ve bunun temini gibi konuları düzenlerken, diger yandan, çalısanın saglıgının
korunması ile ilgili düzenlemeleri de kapsamaktadır. Çalısanın belirli bir yakınlık derecesinde
olan ve bakmakla yükümlü oldugu kimseler de bu kapsam içinde degerlendirilmektedir.
Örnegin ölüm halinde maasından yararlanma ya da belli bir yasa kadar saglık hizmetlerinden
yararlanmaya devam etme gibi.
Özellikle kadınların is ve sosyal güvenlik haklarının daha verimli saglanabilmesi için
asagıdaki degisiklikler önerilebilir:
· Ayarlanabilir is süreleri,
· Kres ve çocuk yuvalarının gelistirilmesi ve yaygınlastırılması,
· Konut, kredi ve tatil olanaklarının arttırılması.

Yararlanılan ve Basvurulabilecek Kaynaklar
Tekin Akıllıoglu. insan Hakları I. Kavram Kaynaklar ve Koruma Sistemleri, insan
Hakları Merkezi Yayınları No: 17, Ankara 1995
Emel Dogramacı. Atatürk’ten Günümüze Sosyal Degismede Türk Kadını, Atatürk Kültür
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Arastırma Merkezi Yayını, Ankara 1993
Derleme: Türkiye’de Ailenin Degisimi Yasal Açıdan incelemeler, Türk Sosyal Bilimler
Dernegi Yayını, Ankara 19984
Derleme: Sosyo-Kültürel Degisim Sürecinde Türk Ailesi, C. 2-3, T.C. Basbakanlık
Arastırma Kurumu Yayını, Ankara 1992

Yeni sayfanın içeriği
 
bu gün 13 Besucher (74 Hits) kişi girdi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol